Denizcilerin Yıpranma Haklarını Geri Alması Için Imza Kampanyası Başla

bbavci

Denizci
Denizci
Herkese iyi günler,

İnternet üzerinden denizcilerin yıpranma haklarını geri alması için imza kampanyası başlatılmıştır. Kampanyaya destek verme nedenim olarak aşağıdaki gerekçeleri yazarak imzamı verdim. Ayrıca facebook ta da daha fazla imzaya ulaşmak için yakınlarımla paylaştım. Bu site üzerinden açılan daha önceki imza kampanyalarının başarılı olduğunu gördüm (örn. Ali Ağaoğlu ve fatih projesi, kadıköy belediyesi ve parklar vs) umarım bu kampanyada da başarıya ulaşırız. İlgilenen herkese duyurulur.

Kampanyanın linki şu şekilde:
https://www.change.org/petitions/ça...ğı-denizcilere-yıpranma-hakları-geri-verilsin

Aşağıdaki gerekçeden ötürü, duyarlı herkesi yıpranma haklarının geri almak isteyen denizcilere destek vermek üzere imza kampanyasına davet ediyor, imzalarınızı bekliyoruz.

Daha okul sıralarında başlıyor arkadaşlarımız yıpranmadan görev başında ölmeye. Ruhsal yıpranmanın adı ya Ali Kaptan gibi delibozuk oluyor ya da denize düştü bulunamadı oluyor. Bir kısmının mezarı olmuyor, naaşıysa başka ülkelerin kara sularında yurduna getirilmeyi bekliyor. Karada bekleyenlerin sevinçleri hep yarım; denizde çalışanlar hep doğumlara, düğünlere ve ölümlere geç kalmış oluyor. Dört mevsimi bir bavula sığdırıyor, ama karadan gelen haberle denizin ortasında çaresizlik içinde kıvrandığı dört duvarı demir kutu içinde yüreğini göğsüne, aklını başına sığdıramıyor. Kontrat bitiyor ama o liman ayrılış için ya güvenli olmuyor ya yerine adam bulunamıyor, eve dönüş sürekli gecikiyor.
Bindikleri gemi bir kara tabut, aldıkları nefes, içtikleri su zehir oluyor. 21.yüzyılda apandisitten ölüyorlar. Günlerce dalgalarla boğuşan geminin içinde uyuyor, yiyor, içiyor, yaşıyor ve çalışıyorlar. Bedenlerine sürekli titreşim, yüksek ses, basınç değişimleri, statik elektirik etki ediyor. Kumanya bitiyor, aç; su bitiyor, susuz; meyvesiz, tütünsüz kalıyorlar. Taze meyvesiz, sebzesiz kaldıkları için dişleri dökülüyor, uykularından ağız dolusu kanla uyanıyorlar. Elleri metal ve tuz birleşiminden deliniyor; ciğerleri tiner, hidrokarbon, benzen, sülfürik asitle doluyor, ya astım ya kanser oluyorlar. 20’lerinin ortasında eklemleri aşınıyor, ağrıları başlıyor; rüzgâr, tuz ve metal yüzlerini pişirerek derisini kalınlaştırıyor, çizgileri derinleştiriyor, ellerini nasırlaştırıyor, sürekli mevsim değişikliği saçlarını ağartıyor. Yine de çalışıyorlar. Geçinmek, evlenmek, düğün yapmak, çocuk okutmak, çoluğunun çocuğunun rızkını kazanmak derdinde, kara da işsiz kalmamak, tutunacak tek dalları dalı budağı olmayan deniz olduğu için çalışıyorlar.
Hayatlarında bir defa hata yapabiliyorlar. Çünkü hata yapan ya ölüyor, ya sakat kalıyor. Ölüm, sakatlığın yanında iyi kalıyor. Çünkü geride kalanların, bakmakla yükümlü olduklarının muhtaçlıklarını ölen görmüyor. Aylarca çalışıyor, parasını alamıyor, ailesi çoluk çocuk gittikleri armatörün kapısında dilenci durumuna düşüyor. Dahası ya kendisi hakkını mahkeme koridorlarında arayacak kadar karada kalamıyor, ya da aslında 24 saat çalıştığı ortamda hapis hayatı yaşadığı, geceleri de o geminin gitmesi gerektiğini, bayramda tatil olamadığını, denizcinin asıl bayramının eve dönüşü olduğunu, izin parasının primden farklı bir şey olduğunu çıktığı mahkemelerde anlatmaya çalışırken beziyor. İşlerinin doğası gereği karada süreklilik ve devamlılık sağlanamadığı için bir türlü birlik olamıyorlar. Arkadaşlıkları, aşkları, aile hayatları gibi birlik ve beraberlikleri de yarım kalıyor.
Geleceklerini düşünüp bugünü harcayan bu insanlara yıpranma haklarının geri verilmesini, emeklilik hayallerinin sadece bir düşten ibaret kalmamasını istiyorum.
 
Geri
Üst